SEVGİLERLE




Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygularkalbinizde kaldı

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizdeaçan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı


Behçet Necatigil




YAĞMUR & KİM
Boşluğun saçlarına tutunmuş duruyorum öylece...
Ha desen düşeceğim...
Ha desen öleceğim...
Toynak sesleriyle çınlayan bir ova,
Salınan buğdaylar düşlüyorum
Rüzgara karşı...
Hayatın arafında ihtilal bekliyorum...
Kuzgunlarla kucak kucağa uçuşan martılara lanetler savuruyor,
Yine de martılara sığınıyorum...
Bu avuçlar benim olmamalı,
Toprağa dönük...

Ya bu lime lime yaralar kimin...
Süzülen kan neyin nesi toprağa?
Bu gözler, bu ses, bu ben değilim...
Kaybedilmiş bir sevdanın buruk tadı var içimde...
Ben de hasretindeyim yıldızlarla bezeli serin ilkbahar akşamlarının...
Yusuf’un zindanı ben değilim...
Ben değilim Ferhat’a karşı duran dağ...
Ey yağmur ne olur yalvarırım yağ...
Aynalar aksimi neden esirgiyorlar benden...
Nedendir düşmanlığı su birikintilerinin...
Nilüferlerini ben çalmadım söyleyin...
Ben değilim kuğuların katili...
Ben yalnızca martıları bilirim...
Neden öfkelidir bana gökyüzü...
Şimşekler içimde çakıyor sanki...
Bulutlar gözlerime inen bir perde...
Bulutlar rahmetten mahrum gibiler...
Hani o sağanak yağmurlar nerde...
Nerede meleklerle dansı sevdanın...
Bugün değil galiba... Fakat yarın...
Yağmalı yağmurlar ki arınayım...
Yağmalı...
Ancak o vakit bulurum benliğimi...
Sağanaklar altında kalmalı şehir...
Yıkamalı ademoğlunun balçık asıllı bedenlerini...
“günahkâr”ım ama “suçlu” değilim...
Ben yakmadım ağaçları,
Nehirleri ben tutuşturmadım.
Kimseye zararım olmadı benim...
Çekin şu gulyabanileri yolumdan;
Ne olur bana, beni iade edin...


11.05.2001 / İstanbul



Sana acılar devşirdim avuçlarım kan revan
Acılar devşirdim mülteci akşamlardan
Birbirine ulalı tiktakları getirdim
Aynadaki suretinden utansın diye zaman…

Sana acılar devşirdim
Yalan değil..
Sana acılar devşirdim kanamak bahasına
Acılarla büyüttüm içimde hayalini
Acılara tutundum sen olmadığında

Rahim bir acının bağrında filizlendi parmaklarım
Saçlarım çiçeğe durdu acının dölyatağında
Şikayetten değil ey can, yalnız bil istedim işte
Sana acılar devşirdim avuçlarım kan revan
Sana acılar devşirdim yalnızlığımdan..

Eylül/2007


YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA
Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu

İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomucuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da

korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgar yine sarhoş, hovarda

tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı

İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir

bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı

Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur

tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice

anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi

sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini

Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı

biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı
Nurullah GENÇ

Mert Can, ailemizin canı :)

Eflatunkale'ye hoşgeldiniz :)

Eflatunkale blog adresini şimdi aldım ama ne yazacağım, nasıl toparlayacağım bilmiyorum. Sabah ola hayrola !


Gelecekte görüşmek üzere ....

Duayla... Muhabbetle... Aşkla...

Vesselam!