Toplantı Tutanakları

Mavi renkli klasöre takıldı gözü. Şunu da kırmızı yapsam da biraz içim açılsa dedi içinden. Muzip bir gülümseme oturdu dudaklarını kenarına. Önce telefona, sonra zımba ve delgecine baktı. Notluğuna.. Kıpkırmızı bir gelincik tarlası işte dedi kendi kendine. Yazılması gereken bir çok toplantı tutanağı arasında boğulmuştu ve aslına bakarsanız kendine eğlence arıyordu. Çay dedi kendi kendine. Çay… İlahi nimet.. Bir bardaklık çay süresinde insan tüm yorgunluklarından, tüm kargaşalarından kurtuluverirdi. Bir bardak çay ki, kahraman bir süvari olur, gününüzün o vaktini aydınlatır, içinizi yıkar, fikrinizi temizler, candan bir dost olur gönlünüzü şenlendiriverir. Hemen kırmızı renkli telefonuna davrandı: “Serap hanım, çayınız var mı ? Harika. Bir bardak çay lütfen.”

İşte bu kadar. Bundan sonrası çok daha kolay olacaktı, biliyordu. Başını pencereye çevirdi, güneşe gülümsedi. İçine yaramaz bir çocuk körebe oynuyordu. Rüzgar gülü dönüyordu yüreğinde fırıl fırıl… Çocukluğu düştü aklına. Beykoz sahilindeki çocuk parkı. Eyüp Sultan’ın daracık sokakları geldi aklına. En çok da güvercinler. Ne severdi güvercinleri uçurtmayı. Öyle ya, güvercin dediğine uçmak yaraşır.

Kapının sesiyle gerçekler ülkesine döndü bakışları… Serap hanım her zamanki gibi gülümseyerek bıraktı tavşankanı çayı masaya. Buyurun.. dedi sadece. Her zamanki gibi vakur, her zamanki gibi nazenin, her zamanki gibi zarifti.

- Teşekkür ederim, yaşayın Serap hanım, siz de olmasanız ben ne yaparım yahu..
- Estagfirullah…
- Beni seviyorsunuz değil mi ?

Serap hanım şaşkın bir gülümsemeyle döndü kapıdan,
- Efendim..?..
- Beni diyorum Serap hanım, çok seviyorsunuz değil mi?
- Evet dedi serap hanım gülümseyerek.
- Biliyorum. Çünkü ben de sizi seviyorum.
Serap hanım gülümseyerek çıktı odadan. Söylenecek fazla söze gerek olmadığını o da biliyordu. Serap hanımın gülümsemesiyle o da gülümseyiverdi.

Fakat öyle bir kalabalık çökmüştü ki üzerine, silkinip atamıyordu bu ağırlığı üzerinden. Raflara baktı, masaya baktı, yığılmış klasörlere. Gayri ihtiyari şakaklarına götürdü ellerini, başına öbeklenen ağrıyı elleriyle söküp atacakmışcasına sıkı sıkı tuttu iki yanından başını… Bir yudum çay. İlaç niyetine, şifa umuduyla. Tabi ya, çay gelmişti. Ne çok toplantı tutanağı var yazılması gereken.

Önce ne varsa topladı masanın üzerinden. Hepsini istifledi ve rafa kaldırdı. Göz önünde dağ gibi görünen onca evrak, daracık rafa sığışıvermişti. Biraz şaşırır gibi oldu. Ama sırtını döndü tüm klasörlere. Yapılması gereken öncelikli bir işi vardı. Yazılması gereken yeni bir renk hikayesi…

Gülümseyerek bilgisayarının başına oturdu. Klavyeye götürdü parmaklarını, aynı muzip gülümseme vardı dudaklarının kenarında…

“Beyaz’dan sonra şimdi de kırmızının hikayesi…”

0 yorum: