Geleceği gösteriyor muydu bu dizi ?

- Geleceği gösteriyor muydu bu dizi?

Bir anlık sessizlik. Üstümdeki şaşkınlığı silkeleyip cevap veriyorum :
- Evet gelecek bölümün fragmanını gösteriyorlar.

İçimden kahverengi bir cümle geçiyor:
Geleceği görmeye cesaretin var mı? Peki ya geçmişinle yüzleşmeye?

Dizide bir replik :

- Bak ablacım bu kelebeğin bir kanadı annen, bir kanadı da baban. Ne zaman onları özlersen bu kelebek rozetini al eline.
...

Yan koltukta oturan ev arkadaşım hemen açıklama getiriyor cümleye :

- Burada somutlaştırma yapmış. O kelebek var ya onun ölmüş anne ve babasıyla özdeşleşmiş oluyor.

Elim kolumdaki saate gidiyor. Biraz geniş geliyor bileğime kordonu hem de yıpranmış. Her gün, vakti tazelemem gerekiyor. Ya okula geç kalıyorum ya geç uyanıyorum onun yüzünden. Fakat o saatte pek geç tanıdığım dedemin anıları var. Ondan bana kalan en değerli yadigar bu kolumdaki saat.

Dizi izliyor ev ahalisi. Her yüzde ayrı bir hüzün ayrı bir keder şekilleniyor. Onlar rol yapıyorlar demek geliyor içimden. Hakikat burada kendi hayatlarınızda, kendi dünyalarınızda. Dertlenmek için sahte hüzünlere ne hacet. Hakikatiyle dünya karşınızda arkadaşlar. Sahne bu tarafında renkli camın demek istiyorum da cümleler boğazıma diziliyor.


Her çift göz, kulak müteyakkız. Ağızlar anı kolluyorlar vurucu cümleler kurmak için. Zihinler aşkla nakşediyor her kareyi hafızaya. İştahla izliyorlar camın ötesindeki hayatın acılarını.

- Gelecek kaygısı bu.

İrkiliyorum. Yan koltukta oturan ev arkadaşım heyecanla bana bakıyor. Hedefi on ikiden vurmuş bir avcı gibi mağrur.

Dizi sürüyor. İz sürüyor ev ahalisi. Acı akıyor kumandadan, ekrandan keder damlıyor. Salon yapış yapış oluyor gözyaşından.

Ben Ölecek Adam Değilim









Ben ölecek adam değilim
Kapımı çalıp durma ölüm,

Açmam;Ben ölecek adam değilim.
Alıştım bir kere gökyüzüne;

Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.

Sıkılırım,

Kuşlar cıvıldamasa dallarında,

Yemişlerine doymadığım ağaçların,

Yağmur mu yağıyor,

Güneş mi var,

Farketmeliyim

Baktığım pencereden.

Deniz görünmeli çıksam balkona.

Tamamlamalı manzarayı

Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar.

Ekmekten olamam doğrusu,

Nimet bildiğim;

Sudan geçemem,

Tuzludur teneffüs ettiğim hava.

Ya nasıl dururum olduğum yerde,

Öyle upuzun yatmış,

İki elim yanıma getirilmiş,

Hareketsiz,

Sükûta râmolmuş;

Sanki devrilmiş bir heykel?
Ellerim ne der sonra bana?

Soğumuş kalbime ne cevap veririm?

Utanmaz mıyım ayaklarımdan?
Kalkmalıyım,

Dolaşmalıyım,

Sokaklarda, parklarda.

El sallamalıyım

Giden trenlere,

Kalkan vapurlara.

Bilmeliyim,

Gölgelerin boyundan,

Saatin kaç olduğunu…

Islık çalmalıyım.

Türkü söylemeliyim

Yol boyunca,

Keyfimden ya hüznümden.

Geçmiş günleri hatırlamalıyım,

Dalıp dalıp akarsuya,

Hayaller kurmalıyım,

Güzel geleceğe dair.

Yanımdan geçenler olmalı,

Selâm almalıyım;

Robenson’u düşünmeliyim,

Garipliğini

Şükretmeliyim

İnsanlar arasında olduğuma.

Nedir ki eninde sonunda ölüm?

Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?
Kapımı çalıp durma ölüm,

Açmam;Ben ölecek adam değilim.



Cahit Sıtkı TARANCI

Ağaç

Tırnaklarını geçirmiş mavi tenine göğün

Gül yanığı göğsünden


Süt sağmak değil niyeti


Kan damlalarından anlıyorum






Öfkeyle sallıyor kılıcını güneşe doğru.


Ağzıma rüzgarı değmeyecek küfürler


Kuruyası dudaklarında.


Bu bir meydan okuyuş



Biliyorum.

Guaj boyalarınızı dökün ortaya.
Çocuk gülümseyişlerinizi saklamayın, tebessüme ihtiyacım var.