Hoşgeldin

1. Gün :
Misafirine hazırlıksız yakalanmış ev hanımı telaşındayım.

2. Gün
Bu misafirliğin zahmetli olacağını sanmıştım. Nasıl da yanılmışım. Gözlerini kısarak gülümseyen bu çehre, zahmetten de külfetten de sıkıntıdan da ne kadar uzak. Nasıl da ferah bakıyor. Nasıl aydınlık…

3. Gün
Bugün evimin odalarını gezdirdim misafirime. Kendisine tahsis ettiğim odayı pek beğenmişti. Ancak aynı özeni kendi odam için göstermediğimi görünce üzüntüyle yüzünü buruşturdu. …..

4. Gün
Ey kör nefsim sanır mısın ki aslı toprak olan ateşte yanmaz.

‘Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.
(Tirmizi, Cihâd 3, (1624))’


Peki ya su her vakit inşirah mıdır?

5. Gün
Mahcubum, şimdi sükut en doğrusu.

6. Gün
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavustuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun agzından çıkan koku (haluf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.''

Beykoz’daki çiçek bahçelerini hatırlıyorum. Lacivertten kırmızıya, sarıdan yeşile envai renk ve çeşitte çiçeklerle donanmış yamaçları ve ta evimize ulaşan çiçek kokularını.
Rabbim, onlardan da mı güzel?

Çürüyen özlerimizin lekesinden nefeslerimizi koruyan Hafîz, oruçlunun ağız kokusunu yarattığın çiçeklerden daha mı güzel buluyorsun?

7. Gün
Kibrinden yerleri süpüren eteklerimizi, elleriyle temizleyecek bir tevazu ile taze bir hurma dalına tutunup geldi. Biz ki benlik aynasının gözleri millenmiş cariyeleriydik. Şifa vaadeden parmaklarıyla gözlerimizi sıvazladı da çiçekli bir mevsimin taze sabahına uyandık.
Geldi ve yeşerdik.
Geldi ve meyveye durduk.
Geldi ve kaybettiğimizi bulduk.

Varlığa mahkum avuçlarımızdan dökülen dualarımıza amin diyen de oydu, imtina iklimlerinde kanat vuran ruhumuzu tebessümle seyreden de.
Eteklerimizi silkeleyip arındırdı, bahar rengi bir ışık iliştirdi bakışlarımıza. Buhurdanlıklarından huzur tüten bir iklimde seyran ettirdi.

Şimdi yedinci günün seherinde damağımda yuvalanan kekre tadı da, bir yılanın zehrini akıtması gibi terkediyorum toprağa. Toprak ki her şeyi bağrında 'bir' ve 'benzer' kılan ana kucağı.

Zemherimden çiçekler devşiriyor.

Yangın Yer Yer Devam Ediyordu

bırak sevgilim yol senden geçsin
önce davranan, sevgilim, bu kez bagışla
kalanları, biz gidenleri kutlamak için
alkış arıyoruz kimin elinde kaldıysa

bırak sevgilim bu yangını sen bağışlama
Bunca iz, işaret bağışladın dünyaya
Dikkat! Çocuklar bıraktın, biz geçtik
biz geçip gitmek için bırakılanlar
kimsem çok, gidenim yok demek içindik
sevinmek içindik; göç gidiyordu işte,
sır kalıyordu, kurtulan kurtulana gibiydik
birbirimize katılıyorduk ama: -yangin bizden
kurtuldu diyenimiz de yoktu, ateşin tersine
dönmesinden korkan en duyarlımız bile:
-yangından ben kurtuldum, ruhum kül oldu
çaprazında tutuşmuştu: -hangi yangını seçsem
iki ateşin arasındayım, ruh ve ten
yangın yer yer devam ediyordu...

bırak sevgilim şimdi yangın şehirdir
sana bıraktığım sessizlikten birkaç kelime
kalmıştır hala yangından konuşmak için,
şimdi erdem herkesle sır olmakta degil,
hangi kışa rastlasan konuk olmakta
kuşlar gördüm ne kuşu ne kış konuğu
kuşlar gördüm bir dalı bir dal için kırıyorlardı
öyle üşüdüm ki kafesimde onlardan çok...

simdi kuş ateşe düşmemiş olmaz
ateş beslemeli ağızında, kanat düşürmeli
yangına, altın tüy dökülmeli, kuş oluşmalı,
bu kuş olabilir misin, sır böyle taşınır
sevgilim, sır arayan sende ateşiyle tanışır


bırak sevgilim yol senden geçsin
kayıkta göl var, kuşta gökyüzü
ama kimse beklemiyor kimseyi
hem gidince ne olacak bir şeyi

vardın, oldun, kayboldun
şimdi ortasındasın
ne kayık göle dahildir artık
ne kuş gökyüzünde seferi
yangının içi şehir
yol senin içindedir

ya yol senden geçmeli, ya yol senden geçmeli
sen dönmelisin geri, sen dönmelisin geri


Haydar Ergülen

Yusuf Nabi - Hayriyye - Ders Notları

Nabi, kaside, gazel, mesnevi, seyahatname, mektup gibi pekçok edebi türde dini, didaktik, romantik eserler vermiş. Yani çok yönlü bir yazar.


Hayatı

Asıl ismi Yusuf. Urfa'da 1642 yılında doğmuş. Urfalı Nabi imzasını da kullanır. Arapça ve Farsça ile beraber anadili Türkçe'yi öğrenir. Yakup Kadiri isimli bir şeyhin talebesi olur. O dönemde bütün edebiyatçılar tasavvuf kültürü alır ve o mektepten yetişirler. Şeyh Galip örneğinde olduğu gibi. Şeyh Galip'in kabri de Galata Mevlevihanesinin bahçesindedir.


Şeyhi onu İstanbul'a gönderir. İstanbul'da vezire bir şiir arzeder.


Ara not :


Kanuni Sultan Süleyman'ın Divan'ı olduğunu biliyor muydun ?

Yavuz Sultan Selim şiir yazmış.

Fatih Sultan Mehmet şiir yazmış...vs.. saray edebiyatla içiçe.


1671 senesindeki Lehistan seferine katılır Yusuf Nabi. (Kahramanlıklar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar bir edebiyatçı tarafından işlenmediği sürece unutulurlar. Edebiyatçılar zamanlarının tanığı olarak, tarihin tanığı olarak her yerde bulunurlar. )


Kameniçe'nin zaptı dolayısıyla yazdığı şiir sultan tarafından beğenilerek şehrin kapısına işlenir. Kameniçe Fetihnamesi dolayısıyla Sultan'ın takdirini kazanır. 1678 yılında (36 yaşında) hac yolculuğuna çıkar. Bunun ayrı bir hikayesi vardır :

Yolculuk esnasında kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber'i ziyaret aşkı onu çok heyecanlandırır, uykuları kaçar. Yolculuk esnasında bir gece paşanın kıbleye ayaklarını uzatarak uyuyakaldığını görünce paşayı uyandıracak şekilde şöyle söyler :

Sakın terki edebden kuyi mahbubi hudadır



Nazargahı ilahidir makamı Mustafa'dır bu



.....

bu beyitleri işiten paşa hemen uyanarak ayaklarını toplar. Bu şiiri ne zaman yazdığını ve daha önce başka bir yerde okuyup okumadığını sorar.

Mescide yaklaşırlar, bir de bakarlar ki müezzinler ezandan önce Nabi'nin paşaya okuduğu beyitleri okuyor. Heyecanla müezzine sorarlar beyitleri nereden öğrendiğini. Nabi'nin ısrar ve ricası üzerine müezzin :

Resuli kibriya efendimiz bu gece tüm müezzinlerin rüyasını şereflendirerek bugün ümmetimden Nabi bugün geliyor haydi kalkın ezandan önce onun benim için yazdığı bu beyitleri okuyun. dedi.Bunu duyan Nabi heyecandan bayılır.

1712 yılında 70 yaşında vefat eder. Üsküdar'da Karacaahmet mezarlığında medfundur.


Nabi alim bir sanatçı. İlme büyük önem vermiştir. Nabi'nin şiirlerine hikemi şiir denilir. Divan edebiyatında öğüt veren öğretici şiir. Yusuf Nabi ; Fuzuli, Baki, Nefi gibi kendinden önce Nedim ile Galip gibi kendinden sonra gelenler arasında büyük bir şair olarak kabul edilir. Eski şiir geleneğini devam ettiren çağdaşlarını şiire yenilik getirmediklerini söyleyerek kınayan Nabi, kendi yetiştiği edebi çevrede aradığını bulamaz ve İran edebiyatından Tebrizli Saib'i örnek almıştır. onun tarzını benimsemiş ve hikemi ve didaktik bir tarz edinmiştir.

Nabi'ni şiirlerinden yaşadığı yy'ın genel görünümünü tespit etmek mümkündür. Şair devrini her yönüyle şiirlerine konu etmiş. Osmanlı imp. nun çökmeye yüz tuttuğu günlerdeki durumunu bütün açıklığıyla şiirlerine konu edinmiş. Bu sebeple şiirleri tarihi belge niteliğindedir.

Dile hakimdir. Tefekküre verdiği önem ortada. Ağdalı terimlerden, tamlamalardan sakınır, çağının olaylarını kolayca eleştirmesi, şiirinin akıcılığı

Yalnızca söz oyunlarından ibaret şiiri içi olmayan bademe benzetir. Nabi şiirde orjinal olmayı şu beytiyle ifade eder :


Taze bir manayı nagüfte zuhur etmeycek



Kıyamam abı ruhun dökmeye Nabi kalemin

Daha önce kimsenin söylemediği bir sözü yakalamadıkça kalemin yüzsuyunu dökmeye kıyamadığını söylüyor.


Söz odur aleme senden kala bir darbı mesel

Asıl hüner (darbı mesel söylemek değil) darbı mesel olacak söz söyleyebilmektir.



HAYRİYYE
Oğluna hitaben yazdığı manzum eseri, insanları hakka çağıran bir öğüt kitabıdır.


Secde için alnını yere koy da yeryüzünde gerçek saltanat neymiş bir gör diyen şair, insan olmakla namaz kılmak arasında bir ilişki kurmuş, elif, dal, mim harfleriyle kıyam,rüku, secde arasında ilinti kurarak 'adem' ile ilişkilendirmiştir. (cümle düşük oldu ama hızlı yazıyorum dönüp düzeltirim :)

Eser Nabi'nin uzun yıllar boyunca hayattan edindiği tecrübelerin güzel bir meyvesi. Sosyal ve didaktik karakterliliği, din duygusuna ve vecibelerin yerine getirilmesine gösterdiği önem dolayısıyla klasik edebiyatın önemli eserleri arasında yeralır.

Hayriye gönle hitabdan ziyade akla hitabeder. Hayriye hamd ve sena, salat ve selam ile başlar. Nasihatnamenin yazım nedeniyle devam eder sonrasında İslamın şartlarını nazım diliyle anlatır. Sonrasında çeşitli ilimler bahsi gelir. ....

Şimdilik bu kadar.

Arkası yarın :)

1984 Notları


1949 yılında kaleme aldığı 1984'te yazar, herşeyin devlet (iktidar) yönetiminde olduğu; insani duygulardan, kültürden, dinden, aidiyet duygusundan, tarihten, bilinçten (bellek'ten) mahrum bir toplumu anlatıyor bize. Aslına bakarsanız 1984 korkunç bir kitap.


Hayatın tüm safhalarına müdahale eden partililer, iktidarlarını daim kılabilmek için başlı başına bir teşkilatlanma halindedir. Büyük Birader'in öngörülerin gerçekleşmemesi halinde sorun temelinden çözülür: gerçek yeniden yazılır! Yazar bir yerde gerçeklikle ilgili öyle bir çelişkiye düşürür ki kahramanını, Winston şöyle diyecektir : Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verirlirse gerisi kendiliğinden gelir."

Dünya kutuplar bölünmüştür. Aynı şeyi söyledikleri halde birbiriyle savaş halindedirler. Çünkü iktidar varlığını savaşa borçludur. 1984'te anlatılan devlet kin ve nefretten beslenmekte ve tabilerini korkuyla sindirmektedir.

Düşünmek bir suçtur ve bu suçun kökünü kazımak amacıyla bir dil oluşturulmuştur: Yenikonuş. "Dünyada her yıl sözcük hazinesi daralan tek dil' olan Yenikonuş ile yegane amaç, düşüncenin sınırlarını daraltmaktır. İnsan diliyle düşünür. 'Dili kuşa çeviren' partililer bu sayede düşünceyi de sınırlandırmaktadırlar. Roman kahramanlarından Syme şöyle söyler : "Sonunda düşünce suçunu olanaksızlaştıracağız, çünkü en sonunda onu anlatacak sözcükler kalmayacak."

Yalnızca dil değil tarih de yok edilmektedir. Devlet aleyhine oldukları tespit edilenler, iktidarı tehdit edenler çok değil bir gecede 'buharlaştırılmaktadır." Onların gidişiyle birlikte yaşadıklarına dair tüm kayıt ve deliller ortadan kaldırılır. Syme ortadan kaybolduğunda Winston santranç kulübü listesinde adının da eksik olduğunu görünce gerçeği anlar ve şöyle düşünür : "Syme artık yoktu ve hiçbir zaman da var olmamıştı."



Her ne kadar bilimkurgu denilse de yazar, apaçık modern çağı ve devlet yapılanmasını yermektedir. 'Çağdaş hayatın en önemli özelliği, acımasızlığı ya da güvensizliği değil, çıplaklığı, ruhsuzluğu ve bayağılığıydı." diye haykırır. Buna karşılık hayata tutunmak için bazen bir kadın, bazen bir mercan kağıt tutacağı bazen de kısacık bir tekerleme yetecektir. Kitaptaki en dramatik ögelerden biri kahramanın eksik öğrendiği bir tekerlemeyle hayata tutunması ve sonrasında tamamını öğrenmesidir.

Teleekranlar, yeniden yazılan gerçek olmayan bir tarih, savaşla daim kılınan bir iktidar, dili kuşa çevirmek için özellikle yapılan çalışmalar, manipüle edilen bir toplum, güftekar adı verilen makinalarca yapılan şarkılar, iktidarı zaafa uğratmak için teröre başvuran 'kardeşlik örgütü'... Tüm bunların arasında kendine yer bulan insani bir duygu : aşk.





Kitabın kurgusu çok etkileyiciydi. Orwell 1984'te bir dünya kurmuş ve gerçek kılmış. Kitapta kısa cümlelerle çok etkili tasvirler yapılmış. Bir kitap boyunca gerilimin böylesine korunması ve tansiyonun muhafaza edilmiş olması da hayranlık uyandırıcı.

Bayan Parson'u anlatırken şu cümleyi kullanıyor : "Yüz çizgilerinin arası toz doluydu sanki."

Başka bir yerde : "Ekrandaki kadın yeni bir şarkıya başlamıştı; sesi kırık cam parçaları gibi dolmaktaydı beynine."

Dükkan sahibini anlatırken : "Zayıf, iki büklüm, altmış yaşlarında bir adamdı, burnu uzun, gözleri kalın gözlügünün arkasında küçücük, saçı bembeyaz, buna karşılık kaşları gür ve siyahtı. Gözlüğü, yumuşak, aceleci davranışları ve sırtındaki eski siyah kadife ceket kendisine bir edebiyatçı, bir müzisyenmiş gibi belirsiz bir entelektüel hava veriyordu. Sesi kısılmış gibi yumuşacıktı, dili, proleterlerin çoğunluğuna oranla daha az bozuktu." Sanırım kitaptaki en uzun tasvir bu. :)

Okumayı düşünenler için son söz: 1984 kurgusu diyebileceğimiz kitapta 2009'a uzanan gerçeklikler bulmanız hiç de zor olmayacak.