Penceredekine

Bu gün canlarıma 10 dakikamız var haydi yazalım dedim ve hep birlikte yazdık. Blog özgür bir alansa özgürlüğümü ilan ediyor ve yayımlıyorum. Ancak bu deneysel bir çalışmadır lütfen dikkate almayınız ;)



Çıkmaz sokağa bakan bu pencerenin sakini, dünden bu güne sokakta değişen pek bir şey olmayacağını biliyordu. Karşıdaki ahşap evin duvarları rüzgarla uğuldayarak geçmişten ses veriyor, çocuklar sokağın köşesinde soğuğa aldırmaksızın neşeyle oynuyorlardı. Bakkalın haylaz çırağı yine kaçamak yapmış çocuklarını arasına karışmıştı. Alt kattan Neriman hanımın huysuz çığlığı geliyordu. Sütçü Hatice kadın dakika şaşmadan gelmişti bu gün de. Kendi ağırlığındaki bidonu taşırken hiç de zorlanıyormuş gibi görünmüyordu.

Kırlaşmış saçlarını itinayla düzeltti. Masanın üzerinde duran zambak kolonyasından avucuna döküp ellerini yüzünü sıvazladı, biraz ferahlamaya çalışıyordu. “Bir de kalbim sıkışmasa.” diye geçirdi içinden. “Bak kime muhtacım çok şükür. Ama bir de kalbim sıkışmasa…”

Gökyüzüne baktı. Bulutlar griye dönmüş yüzleriyle yakında kapısını çalacak, sokağı yıkayıp, ağaçları yeşilin en canlı tonuna boyayacak yağmuru müjdeliyorlardı. “Bir çay mı koymalı. Yağmura karşı şöyle bir bardak çay keyfi yapmalı.” Kalktı, mutfağa seğirtti. Koridordaki altın varaklı aynaya kaydı bakışları. Şöyle bir baktı, süzdü kendini baştan ayağa. Gözlerine, ellerine, saçlarına, kamburuna….. Yalnızca baktı. Durdu. “Ben” dedi…. “Ben… Benim adım…..” Sendeledi. Tansiyonu düştüğünden değil, korkudandı bu sendeleyiş. Tekrarladı yüksek sesle :

- Benim adım…

Ardını getiremedi cümlenin. Bu yabancı koridor, bu yabancı yüz … Telaşlandı birden, tanımadığı, kokusunu bilmediği bu evden bir an önce çıkmak istiyordu. Kapıya yönelmişken bileğindeki künyeyi fark edince ferahladı. Yeni birisiyle tanışırmış gibi okudu künyeden adını. Dönüp koltuğuna oturdu ve sokağı izlemeye devam etti.

0 yorum: