“Şuradan bir iğne alıp batırsam parmağıma? Aklıma gelmedi, keşke yemekte bir çizik atıverseydim avuç içime. Saçlarımı çeksem, çimdiklesem kollarımdan kuvvetim yettiğince? Belki bugün yolda bir taşa takılıp düşmeliyim. Belki deniz kenarında ayazda kalmalıyım. Kuruluktan başparmağım yarılmış etim görünüyor pembe pembe. Ne yazık, acımıyor. Birkaç damla… Lütfen Allah’ım, ağlamalıyım. Birkaç damla gözyaşı lütfet… Yok böyle olmayacak, uyumalı biraz. Belki uyuyunca kurtulurum bu kabustan.”
Odanın içinde dolanıp duruyordu. Yönünü şaşırmış, iradesini kaybetmiş, soluk almıyor gibiydi. Yüzünde kırmızıdan mora çalan renkler yankılanıyordu. Perdeyi aralayıp geceyle birlikte uzayan yola baktı. İki kıyısında ışıl ışıl akan lambaları seyretti bir süre. "Yola mı çıkmalı acaba. Belki dedeme gitmeliyim birkaç günlüğüne." Tüm bedeni bir üzüntü dalgasıyla sarsıldı. Sahi ya dedi gülümseyerek, “dedem … nasıl unuturum, öldü ya.” Bir iki satır düştü fikrine Yahya Kemal’den. Geceye doğru birkaç satır okudu ve hışımla çekti yıpranmış güneşliği. Perdeyi parçalamak, pencere camına macera filmlerindeki gibi bir yumruk indirmek istiyordu. Bundan bir yazı çıkar, hatta şöyle başlamalı :
Odanın içinde dolanıp duruyordu. Yönünü şaşırmış, iradesini kaybetmiş, soluk almıyor gibiydi. Yüzünde kırmızıdan mora çalan renkler yankılanıyordu. Perdeyi aralayıp geceyle birlikte uzayan yola baktı. İki kıyısında ışıl ışıl akan lambaları seyretti bir süre. "Yola mı çıkmalı acaba. Belki dedeme gitmeliyim birkaç günlüğüne." Tüm bedeni bir üzüntü dalgasıyla sarsıldı. Sahi ya dedi gülümseyerek, “dedem … nasıl unuturum, öldü ya.” Bir iki satır düştü fikrine Yahya Kemal’den. Geceye doğru birkaç satır okudu ve hışımla çekti yıpranmış güneşliği. Perdeyi parçalamak, pencere camına macera filmlerindeki gibi bir yumruk indirmek istiyordu. Bundan bir yazı çıkar, hatta şöyle başlamalı :
Hedefini ıskalamış bir mermi gibi vızıldıyor içimde öfke.
"Şimdi dedeme gitseydim, bir kahve içiminde anlatsaydım ne varsa. O yine gülümseyip - a benim güzel kızım, bunları dert etmeye değer mi? Allah büyüktür, O’na olan itimadını asla yitirme. Hangi kötünün, kötülüğü yanına kar kalabilir. Bu da geçer ya hu…” dese şakaklarımdan öpseydi. Gülümseseydim…"
Vücudunda tüm kılcallarını çeken, uzatan, ince bir acı geziniyordu. Baş parmaklarını şakaklarına destek yaparak, alnını yoğurmaya başladı. Başına öbeklenen ağrıyı elleriyle söküp atmak istiyor gibiydi.
“Birkaç damla… Lütfen Allah’ım, ağlamalıyım. Birkaç damla gözyaşı lütfet…”
Kimyası insanoğlunun kimyasına uzak bir öfkenin avuçlarında kıvranıyordu. Kurtulmak için yaptığı her hamle öfke nöbetinin şiddetli bir atağıyla bertaraf ediliyordu.
İçinden cümleler akıyor, zihninde kelimeler harbediyordu. Bazılarını unutmak isterken, bazılarını unutmamak , hep hatırlamak istiyordu.
“Karıncalar… Karmaşa… Acı… Kaos…
Haşarı çocukların dağıttığı bir karınca yuvası var içimde.
Yüzünü buruşturdu tiksintiyle, öfkeyle, nefretle… Şimdiye kadar yabancısı olduğu cümle duyguların istilasındaydı ruhu.
İçinde haşarı çocuklarca dağıtılmış bir karınca yuvası vardı, ne yapacağını bilemeyen karıncalar içinde ayak basılmadık köşe bırakmıyor, etinden yürüyüp tenini zorluyorlardı günışığına çıkmak için. Vücudunu saran karınca istilasına yenik düştü…
Kuştüyü yorganına sardı çimdiklemeye kıyamadığı kollarını. Ellerini kalbinin üzerinde kenetledi inançla. Dedesinden öğrendiği ”Rabbi yessir ve la tuassir Rabbi temim bilhayr” dualarıyla uykuya gömdü yaşadıklarını...
0 yorum:
Yorum Gönder