kapılar kapanıyor ilkin
şehla bakışlarıyla tarıyor koltukları
damla damla ölüm arzusunu bırakıyor
avuçlara muavin
bir sivas çakısının ucunda
şavkıyor yaşam
mutluluk
küçük bir yol yastığıdır şimdi
ucuz parfüm
sahte kolonya
kekre çay
hey kaptan
gözlerini artık yumabilirsin
yoldan tilkiler geçiyor
tilkiler geçiyor yoldan
Yol
Hatırlat da Haziran'ın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım

Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-Senegalliler dahil değil
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
-Yoksa seni rahatsız mı ettim ?
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
-Freud diye bir şey yoktur.
Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-Haydi iç de çay koyayım ..
Dar vakitler / Dar kapılar / Darlanmalar / Darılışlar
Dar vakitlerin bereketine şahidim. Dar vakitlerin şekerlenip tatlanışına, damağına yapışan rayihasının süren tadına şahidim. Şahidim dar vakitlerde sevmenin lezzetine. Uzayan ve dahi kısalan zamana yemin olsun şahidim teşehhüd miktarı bir vakitte mevsimlerin geçtiğine. Göz açmakla yummak arasında geçen ömürlere yemin olsun şahidim! Bir âh etmek süresiyse hayat, mutlu olmak telaşıyla bir ömür çırpınan adem oğulları ve kızlarının gözlerine yemin olsun, şahidim!
Âh
İyi ki...
Halimi bilgilerinize arz ederim
Gün akşama dönüyor. Dilini bilmediğim bir adam feryad ediyor bilgisayarın ekranında. Yine kendimi tek sözünü anlamadığım ezgilerde buluyorum. Ne garip! Yine halimi arz ediyor şarkılar. 'Ben'cillikten değil sözü kendimden açışım, sadece yoruldum susmaktan. Doğru kelimeleri ararken unuttum söyleyeceğimi. Doğru cümleyi kurayım derken tek kelam edemedim.
Sorulacaklar var, şerhedilecekler var onca...
Çok şey var söylenecek, hepsini söyleyeyim derken dilim dolanıyor. Susayım bari...
Son cümle kabilinden : Halimi ve gereğini bilgilerinize arz ederim.
Naz'la
Kınından kurtulan bir çığlık
Vurdu boynunu zamanın
Kalesi düşmüş bir kumandandır
Şimdi gözleri
Devşirin
Tövbekar sabahlarda
Titreyen şebnemleri
Mirasıdır
Hatrına
Gözlerinize sürün
Derviş
Kehribar sözcükleri
Çeviriyor parmağında
Yazık ki ses
Kavuşmadı henüz kelimesine
Kaldırın bu elleri yerden
Toplayın saçlarını
Sırça tuzla buz
Bostan tarumar
Kahinler fincanlara soruyor onu
Sen bulutlarda ara
Karpuz çatladı
Nar saçıldı
Elma kıpkırmızı dalında
Kıpkırmızı
Sevgili'ye
Can sıkıntısından mamül sayıklamalar
Bilirim ki "yolu bilmek" ile "yolda olmak" iki farklı durumdur. Bilmek çoğu vakit irade ile birebir ilişkili değilken yola girmek bizzatihi irade gösterisidir. Güç iştir. Yine bilirim ki "kontrolsüz güç güç olmadığından" çoğu vakit yoldan çıkaran şey yine zannımızla kuvvetlendirdiğimiz gücümüzdür. Biraz karıştırdım, ancak derdimi eşşekten düşenlerin bir çırpıda anlayabileceğine inanıyorum.
İnanmak demişken, sanrılar ve gölgeler alemi diye anlatılan dünyada hakikatten nasibi olan nedir diye sorsalar - sormazlar ya - renklerdir diyebilirim. Ademoğlu bencilliğinden midir nedir hakikati hep kendinde aradı. Oysa gözün gördüğü her yerde karşısına dikiliveren ve hayatla ilişkilendirdiğimiz her "şey"e anlam yükleyen renkler, bizim egomuza yenilmeyecek kadar değerli.
Susmalı mı ? Belki...
Yok/sa
devşirip sabrı
Parmak uçlarından emiyoruz
özsuyunu hayatın
Ya Hayy!
Bebekler gibi mırıldanıyoruz
Anlayanı yok/sa anlatamıyor muyuz?
Yarın Gece
H. Ergülen
Gördüm
Geldim
Şimdi vardığım bu yerde düşünüyorum da, olmam gereken yerde değilim. Bir yol yazısı yazmak isterken bu cümle nereden çıktı, çok az kimsenin okuduğunu bildiğimden sanırım bu cesaret. Ne güzel!
Birisi bir urgan bulsun, bağlasın kollarımdan ne olur. Birisi salsın şu geminin çapasını denize. Birisi indirsin yelkenleri, birisi frene bassın ilk gördüğü durakta. Bu gidiş hayra mı alamet ? Bilmiyorum. Dört mevsimi gördüm de geldim. Karı baharın aşkına terk edenlerden değilim ben. Kar sevdasıyla bahara vedâ edenlerdenim. Üşüdüm yollar boyunca. İyi geldi. Şimdi güneşli bir iklimde, üstümde buraya ait olmayan bir palto, terliyorum. Cümleler düşük, kelimeler hatalı. Fakat inanın a dostlar doğruyu söylüyorum.
Yağmuru gördüm bir yerde. Ağaçlara, toprağa, sokak köpeklerine, insanlara uğramadan, denize yağıyordu. Ne çok karıştı cümleler, ne çok söylenecek cümle, ne çok susmak var içimde. Biri bir mühür bassın dudaklarıma. Biri gözlerimi bağlasın ne olur. Görmezsem belki bu kadar çok acıtmaz canımı yazamamak. Arabesk mi oldu. Kimin umurunda! Hey sana da selam olsun Orwell! Yanıldın! Nerede mi ? Söylemem, şimdilik.
Kara da uğradı yolum. Ancak kardan çok fırtınayı, buzlanmış yolları gördüm. Karın hiçbir suçu yoktu yolların buz tutmasında. Kar yağdı mı –bilenler vardır- ıpılık yağar. Kar incecik, kar tüy gibi, kar elif elif yağar. Kar yağdı mı bir uysallık çöker havaya. Bu ayaz ne ! Kim yollarımızı kesti buzdan elleriyle!
Sığındığım taş bina suzinak bir şarkıyla kucakladı beni. Selam olsun ey dost! Dost deyişimi yadırgamayacağınızı umarak, yeniden, ey dost ne güzel gülümsüyorsunuz: baba gibi. Ey dost gülümseyiniz, zira yollarda buz var!
Herşey birbirine karıştı. Anne yetiş, ipleri ayırmakta senden mahiri yoktur. Bir dünya yapıp yumağı boşlukta çeviririz de dön dünya dön diye şarkı da söyleriz belki. Anne... Bu yumağı kim çözecek?
Devam etmesem daha mı iyi?
Evet.
Müsaadenizle…
Altı Çizilen Cümleler / Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
- Dikkatle baktığım zaman bu resimde sanat bakımından büyük bir hususiyet bulunduğuna hükmettim. Şimdiye kadar tesadüf ettiğim Meryemana tasvirlerinde, lüzumundan biraz fazla tebarüz ettirilen, hatta manasızlığa kadar götürülen bir masumluk ifadesi vardı; kucaklarındaki bebeğe bakarken "Gördünüz mü? Allah bana neler ihsan etti!" demek isteyen küçük cocuklara, veya ismini söyleyemeyecekleri bir adamdan peydahladıkları evlatlarına gözlerini dikip şaşkın şaşkın gülümseyen hizmetçi kızlara benzerlerdi. Halbuki Sarto'nun bu tablosundaki Meryem, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakındaki hükümlerini vermiş ve dünyayı istihfaf etmeye başlamış bir kadındı. İki tarafında ibadet eder gibi duran azizlere değil, kucağındaki Mesih'e değil, hatta gökyüzüne de değil, toprağa bakıyor ve muhakkak ki bir şeyler görüyordu.
- İçimdekileri herhangi şekilde olsun dışarıya vurmak korkusu, bu manasız ve lüzumsuz ürkeklik yazı yazmama mâniydi. ( Çok tanıdık değil mi ;)
- Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşından beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya'nın Nihal'inden, Vecihi Bey'in Mehcure'sinden, Şövalye Büridan'ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra'dan hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim Muhammed'in annesi Amine Hatun'dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütüm kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.
- Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak bir yere saklamalı...
- Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şey istedikleri için... Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... Biz istemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? (Bu satırların yazarının bir erkek olduğu düşünülürse çok çarpıcı gelmiyor mu size de?)
- Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
- Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için,her eyi çiğneyerek, birbirlerine koşuyordu.
- Gözleri, kararsız ve ürkek, üzerimde dolaşıyordu. Biraz büyükçe olan alt dudağını daha çok dışarı çıkarmış, böylece, ağlamak üzere bulunan küçük bir kız halini almıştı. Gözleri bunun aksine olraka, düşünceli ve araştırıcıydı. Kısa bir zaman içinde yüzünün ne kadar çok ifade değiştirdiğine hayret ediyordum.
- Bu hareketsizliğin, korkuya dayanan bu tereddüdün daha zararlı olduğunu, insan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınamayacağnı, ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını karanlık bir şekilde seziyor ve içimde sessizce yanan, fakat günden güne büyüyen bir endişenin yer temeye başladığını hissediyordum.
- Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi bile o kadar mühim değil; çünkü ömrümüzün senelere ayırmak da insanların uydurması... İnsan ömrü doğmudan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir...
-İçimde boş kalan bir taraf bulunduğunu ve buboşluğun bana adeta maddi bir eziklik verdiğini hissediyordum. Bir şey noksandı, fakat bu neydi? Evden çıktıktan sonr abir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm.
-... Demek ki insanlar birbirlerine ancak muayyyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ven ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor.
Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak ne acı bir şey.
-Her şeyi , her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı...
Mertcan'ın Hikayesi
Kaşlarımdan akar gözsuyu
Ağaçtan bile bir meyve koparamam
Ama bir sorun var ki
Amma da bir tad!
İsal dersin isallll
Doktora gidersin
Sabaha kadar ağrı çekersin
Sonra birden bakar ki
Güzel güzel iyileşmiş çocuk
Herkes de mutlu yaşamış
Herkes de sevinmiş
Herkes sevinince Kuranlar okunmuş
Çocuk da sevinmiiiiişşşşş
Ve huzurr huzurr yaşamışlar
Ve huzur huzur bisiklet sürüyormuş çocuk
Tamam bitti. Tamam mı ödevin hala? Halacım bitti güzel miydi ?
Siz söyleyin, nasıldı ?
Alarga
Sokaktan taşıp evine
Bir hırsız gibi sızmaya çalışan
Kahkahaları biriktirmeyi bırak.
Şarkılar söylemeyi de.
Bir çerçeveden mahrum gülümseyen yüzün.
Dallarına kelimeler astığın
Erguvanın gölgesi duvarında
Neydi son kelime sallandırdığın
Alarga!
Şimdi kıymetlilerini çıkart yastık altından
Çöz düğümlerini kirpiklerinin
Söyle
Kaç çift yalnızlık birikmiş eşiğinde?
Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş
İki nesne değiliz biz
Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
Razı olma hiçbir sessizliğe
Biliyorsun seni seviyorum
Pencereden bakmayı
Öğreteceğim sana
Sesin
Balkona asılı çamaşırcasına
Havalansın, havalansın dursun
Sokakta değil balkonda;
Dışarı çıktığın zaman
Romanını yastığının altına sakla;
Şiirini mutfağa koy
Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa,
Öykünü yanına alabilirsin elbet
Müziğini de, resmini de
Niçin güvenemiyorsun bana?
Cemal Süreya