Ayrılığın Dört Hali


1.O’na

O’na dair…
Kapının eşiğinde, bir soluk ötendeyim. Sense duvarlar ardında müphem… Aç kapını… Aç ki bu sen olmaktan öte bir derdi olmayan aşık içeri girebilsin…
Aç kapıyı, dışarıda ayaz var.


2.O’nda

Ey kapıda bekleyen sadık sevgili… Kilitli kapılar ardında bekleyen benim ve kilitlerin anahtarı senin elinde…. Aç ve gir kurtar beni bu cehennemden… Aç kapımı ki güneş girsin haneme… Aydınlansın avuçlarım, filizlensin karanlık…


3.O’nunla


Kapıdan süzülen ışık huzmesi…

Ve bir adım ötemde...

Vuslatta hasret varmış meğer, nereden bilebilirdi gafil nefsim… Nereden bilebilirdi kavuşmakla ayrı iklimlere akacağını gönül pınarlarının… Perdenin aralanması değilmiş marifet, nereden bilebilirdi… “Hicabın perdesi” ki, latif gösterirmiş sevileni... Leyla ya da Mecnun olmaya sevdalı gönüllerin çölleri baştan kabulü gerektiğini, dağları delmekle Ferhat olunurken Yusuf olup, zindana düşmenin varaklı harflerle nakşedileceğini, Züleyha’nın defterlerde kara bir leke olarak kalacağını nereden bilebilirdi…

4.O’ndan


Senden geriye kalan kesif bir yalnızlıktı… İç yakan bir öfke. Buruk bir keşke… Ah ile tutuşan seherlerdi senden arta kalan… Henüz kapatılamamış bir hesaptın yevmiye defterinde…

Hayatımın en ağır diyetiydi sevgin...


Mart 2008

0 yorum: