Şaşırdım aslında bakarsan ilk gördüğümde. Çok değil birkaç gün belki bir hafta önce kurak geçen koca bir günün ardından tam da akşam vakti besmeleyle ilk sularını içtiler senden aşırdığım güller… Aşırdım doğru. Galiba biraz hırsızlık var serde… Neyse uzun hikaye işin bu kısmı.
Koskoca bir demet kırmızı gül vardı masanın üzerinde gazete kağıdına sarılı. Kırmızı, etli ve parıldayan yapraklarıyla oldukça cazibeliydiler haklıydın. Hemen onların üzerinde iple bağlanmış küçük bir demet sarmaşık gülü.. Rengarek çıtırık güller. Beyaz, pembe, kırmızı, sarı… Öyle muzip görünüyorlardı ki. Belki de kanım çekti. Uzun uzun baktım masaya. Kararsızlıktan değildi bu dalış. Kırmızı koca bir demet güle karşı hiçbir rekabet şansı olmadığı düşünülebilecek susuzluktan boyunları bükülmüş bir demet şımarık gülün bu kadar kolay gönlüme girmesi kendini sevdirmesi şaşırtmıştı beni aslına bakarsan. Gizemli ve cazibeli kocaman kırmızı gül demetini tek hamlede nakavt ediyor içime kuruluveriyordu. Hayretimdendi uzun lafın kısası onca vakit hani seninle hasbihâl ederken dahi gözümün takılması masaya…
Aslında sonrasında adını koyabildim bu halin. Kırmızı güllerin biraz yukarıdan bakmışlardı bana. Aristokrat bir edayla tenezzülen selamlamışlardı beni. Oysa sarmaşık güller. Onlar öylemiydi ya. Envai renkleri, biraz bize benzer bükülmüş boyunlarıyla, şımarık, muzip edalarıyla bizdendiler. Bendendiler. ‘Ben’diler. Mesafeli halleri, tenezzülen selamları yoktu. Onlar sarılıp, iki yanağıma sıcacık bir öpücük kondurdular. Yüreğime daldılar, gönül tahtıma oturdular. Teklifsizdiler. Belki biraz da bu yüzden onları başucumdaki fiskosun üzerine yerleştirdim. Odanın en özel noktasında ve benim başucumda kaç gündür. Sabah uyanıp önce gülleri selamlıyorum. Akşam onlara merhaba diyorum ilkin. Olmadık vakitlerde bakıp bakıp gülümsüyoruz birbirimize… Hatta ikindi vakti eğer evdeysem, koşup bakıyorum ikindi vaktinin ışığında nasıl güzeldirler kimbilir deyip. Onlar seni hatırlatıyorlar bana dostum. Belki bu yüzden çok mutlu oluyorum.
Fakat biraz evvel, tam da bu satırları yazmaya başlamadan evvel gözüm yine başucumdaki vazoya ilişti. Beyazlar boynunu bükmüş, pembeler yer yer solmuş. Oysa ben sanıyordum ki, yine binbir edayla cıvıl cıvıl açacaktı güller. Hani hala tomurcuktular. Tomurcuklara solmayı yakıştıramamıştım. Onlar birbir neşeyle gülüşerek başucumda daha günlerce yoldaş olacaklardı bana. Olmadık vakitlerde onların kıkırdaşmalarıyla uyanacaktım belki. Yine bakışıp bakışıp kimsenin anlam veremediği gülücükler gönderecektik birbirimize muzip bir edayla… Az önce fark ettim ki , önce beyaz güllerin , sonra da pembe güllerini yitirmişim ben. Özenle, itinayla aldım kuruyan gülleri vazodan. Güzelce bir bağ yaptım, duvarda bir tabloyu indirdim sonra. Gülleri odamın duvarına astım.. Hüzne boğuldu içim nedense…
Altı üstü kurudu bir demet gül olsun varsın değil mi ya dostluk baki… öyle olmuyor işte.. Öyle diyemiyorum ben her nedense… Sarı güller kaldı geride dipdiri, ışıl ışıl… Beyazları ve pembeleri yitirdik… Anlıyor musun ? Hürmetim var tomur tomur kurumaya durmuş beyaz ve pembelerine…
Ama …
Anlar mısın?
Sarı güller vazoda ve hala taptazeler…
Sarı Güller Vazoda ve Hala Taptazeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder