Çok sıcak bir gündü.
Hastanedeki onca koşuşturmacadan sonra SSK müdürlüğüne gidip bu evrakları onaylatmalısınız dediler. Mecburen peki deyip çıktım hastaneden
Bir insan seline kapılmış yürüyordum çarşıya doğru. Bir yandan vitrinleri seyrediyor bir yandan annemin ısmarladıklarının fiyatlarını aklımda tutmaya çalıyordum. En uygunu nerededir aklıma notediyordum. Güneş tepemdeydi ve ben boncuk boncuk terliyordum.
Bu arada elimdeki poşette unutulmuş bir iş düştü fikrime, Elif’in daha yeni aldığımız ancak yanlarından atmış ayakkabıları. İyi bir tamirci bulup, güzelce yapıştırtmak lazım bunları da. Haftasonu nişanında bu ayakkabılarını giymeyi planlıyordu.
Nem bunaltıyor, nefes aldırmıyordu, hava neredeyse külliyen su olup akıverecekti. Çarşı diye tabir edilen iki sokaktan mürekkep merkeze vardığımda önce ne tarafa gitmem gerektiğine karar veremedim. Sağda olmalıydı, şu ara sokaklardan birinde. Daha geçen yaz bez ayakkabılarımı tamire vermiştim. İki gün sonra ancak gidip alabilmiştim. Adres sormayı da hiç sevmem ki.
Sandığım kadar zor olmadı tamirciyi bulmak. Çoğunlukla ayakkabıcıların olduğu bir sokağın hemen sağında arada kalmış küçük bir dükkandı. Dükkanda iki tane ayakkabı dikimine yaradığını bildiğim makineden vardı. İkisinin arasından ancak bir kişi geçebilecek kadar bir boşluk kalıyordu. İkisi de yağ ve kir içindeydi. Fakat üstlerinde envai çeşik küçük süsler, nazarlıklar, gümüş işlemeli parçalar, kolye ucu, dualar… İkisi de özenle süslenmiş, gelinlik kızlar gibiydiler.
Kar beyazı saçlı, gözleri gök mavisi bir amca buyur kızım dedi. Ne de çok dedeme benziyordu saçları, gözlerindeki masum ışıltı.
- Tamir edilecek bir ayakkabı vardı da…
- Alayım ben, tamam kolay bu, yapıştırılacak sadece.
Ayakkabılarla birlikte elimdeki tüm poşetleri de bıraktım amcaya. Daha SSK’ya gitmem gerek. Elimde kocaman bir vazo, hangi akla hizmet aldımsa, mübarek gavur ölüsü sanki. Halbuki annem vazo falan da istememişti benden. Ama ne güzel durur girişteki masanın üzerinde. Bir demet de zambak aldık mı… Harika olacak…
- Ne zamana olur amca?
- Sen dönünceye biter kızım. Haydi uğurlar ola.
- Peki , kolay gelsin…
Amca beni o koca vazodan ve envai ıvır zıvırdan kurtarmıştı ya Hızır kesilmişti gözümde. Yaklaşık bir saat sonra uğradım dükkana. Kimsecikler yoktu. Kapı açık, her şey ortada. Fakat amca yoktu. Bu alışkın olmadığım bir itimat şekliydi. Eski zamanların insanları geldi aklıma. Kapısını çekmeye bile gerek duymayan, birbirine güvenen insanların zamanı… Bitişikteki ayakkabıcıdan pos bıyıklı bir amca : Buyur otur abla, bekle sen dükkanda şimdi gelir. Torunu gelmişti daha şimdi buradaydı … dedi.
Önce çekindim dükkana girmeye. Sonra baktım gelen giden yok. Geçtim ve köşede duran bir tabureye oturuverdim. Yanıbaşımdaki makinenin sağı solu gelinlik kız gibi süslü püslü. Diğeri de ona nazire yapar gibi. Sanırsınız yarışıyorlar birbirleriyle. Benim üstümde bu kadar süspüs yok yahu demek geldi içimden. Gülümsediğimi fark ettim. Derlenip toparlandım, malum çevre esnaf bu kız da neyin nesidir böyle, kendi kendine gülüyor demesinler diye.
Duvarlara takıldı gözüm. Bir sürü fotograf, gazete kupürü, eski bi kağıt para. Hz. Ali’nin fotografı, yanında Sözler’den bir dua. ‘Ya Rab, kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl… Amin…” Rahmetli Ecevit ve Rahşan hanım... Sivasspor'un kocaman bir afişi. Hemen üstünde bir denizyıldızı. Kaç yıldır burada kimbilir. Toprak rengine dönmüş yüzü. Yanıbaşında bir deniz çocuğu olmama rağmen daha önce hiç görmediğim garip bir balık. Öylesine enteresan görünüyor ki, sanırım bir müzede sergilense yeridir. O da bu dükkanın bir parçası olmuş. Hepsinin yüzünde aynı rengin yansımaları görünüyor.
Bayağı zaman geçmiş. Ben dükkana alışmışım. Hani zaman orada başka akıyor. Aşinalıkla olsa gerek cep telefonuna davrandım. Birkaç kare çeksem.. Ne olacak ki, çok çok çevreden bakanlar hayırdır derler. Geçerler. Utana sıkıla birkaç kare çekiyordum ki arkamda bir ses: “Bizim torun geldi, kusura bakmayın sizi de bekletmişiz. Kerataya bir şey beğendiremedim. Verdim parayı, gitsin anasıyla alsın, uğraşamam.(Bir süre sustu. Yalnızca birkaç saniyeydi.)Babaları öldü de.”
“Öyle mi ? Allah rahmet eylesin…”
Bakışlarını kaçırdığını fark ettim. Yüzünün her bir kıvrımında aynı hüzün okunuyordu.
“ Benim tek evladımdı babaları. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. İki ay oldu. Burayı kapatmıştım yeni açtım. Beraber çalışırdık. Bak bu onun fotografı…”
Sivasspor afişinin yanıbaşında bir fotografı işaret ediyordu.
“Ne kadar da size benziyor, sizin gençliğiniz sanmıştım ben. Allah sabırlar versin…”“Hanım diyor ki git çalış , ama nasıl çalışayım, şurada otururdu, şu makinada o çalışırdı.”
Sesi titriyordu. Benim boğazımda bir düğüm. İçimde keder rengi bir duman yükseliyordu gözlerime doğru. Konuşsam titreyecekti sesim biliyordum. Sustum…Bir süre sessizlik oldu. Küçücük dükkanın içinde vızıldadı durdu ince bir nota. İnsanın içine dokunan bir nota, dolandı durdu küçük dükkanın içinde.Bazen söyleyecek sözü kalmıyor insanın. Sözüm yoktu. Böylesi bir acıyı teselli edecek tek kelimem yoktu.
Biz de dedemizi kaybettik geçtiğimiz ay desem. Ben dedemi çok severdim amca. Onunla daha yapacak çok şeyimiz vardı, yaz için planlarımız vardı desem. Biliyor musun amcacığım dedem bir gün sustu, sonra aylarca konuşamadı, bir bilsen amcacığım ne acı bir şey gözlerine bakıp da tek kelam edememek desem. Desem ki… Sustum…
- Borcumuz ne kadar amca ?
- İki lira ver yeter kızım..
Ellerim titriyor, cüzdanın içinden iki lirayı tutup çıkartamıyorum.- Yoksa kalsın.. mühim değil hanımkızım.
Amca öyle gönlü geniş, hani iki satır da dertleşmişiz ya bana öyle geliyor ki, dost olmuşuz kırk yıllık. Artık bir ayakkabının tamirinin aramızda lafı olmaz demeye getiriyor. Diyemiyorum ki amcacım ellerim titriyor tutup çıkaramadım bozuk parayı diye.
- Yok amcacım, var inşallah. Bozukluk vereyim diye uğraşıyorum.
Güç bela çıkarttım kıytırık iki lirayı cüzdandan. Her bir yanı gümüş parçaları, nazarlıklarla süslenmiş makinanın üzerine bıraktım.- Hakkını helal et amca, hadi kolay gelsin…
- Sağol hanımkızım…
Dükkandan çıktım, adımlarım yavaşlamış, kalabalık bir pazarın orta yerinde pervasızca adımlıyordum kaldırımı. Sağdan soldan gelenler de , dükkanların önünde oturan garip tipli insanlar da umurumda değildi. Bir ara bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Amcanın gözleri gibiydi… Dedem gibiydi.
Ayakkabıcı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder