Beyni terlemekle kalmayıp hatta kanayan insana “yazar” derler...
Yüreği üşüyen insana “yazar” derler...
Ruhu bedenine isyanla çelikleşip cehennem azabında demlenen insana “yazar” derler...
“Yaşama” ile “yazma” arasındaki dengeyi tutturamayan insana “yazar” derler.
Gerçek anlamda “yazar”, beynini yüreğinde damıtıp satırlara akıtan insandır...
Bu işlem son derece zorlayıcı ve yorucu olduğu için, bazen yüreği tıkanır yazarın, bazen de beyni yanar!
Bir gün yüreği tıkandığında, yahut beyni yandığında sıradanlar bunu sıradan bir “damar tıkanması” ya da “beyin kanaması” zannederken, yazarlar bilirler ki, aşırı zorlamaktan dolayı kalbini yarmış, beynini tüketmiştir.
Yazar zaten ebedi yorgun kişidir.
Bu halini “yazar” olmayanların anlaması zordur.
Anlamazlar tarafından her gün acımasızca idam edilen fikirlerinin yerine, durup dinlenmeden ve her şeyi göze alarak yenilerini üreten adam olmak, çözümlenmesi kolay olmayan giriftlikte bir insan portresi çıkarır ortaya.
Çözdüğünüzü zannettiğiniz yerde yeniden karışır...
Anladığınızı düşünürken, hiçbir zaman anlayamayacağınızı fark edersiniz.Kendiniz de tükenir, yazarı da tüketirsiniz.
Belki bu yüzden fazla dostları olmaz yazarların.
İkili dostluklar emek istediği, yazar da tüm emeğini fikir üretmeye tahsis ettiği için, diğer insanlarla fazla yakınlık kuramazlar.
Gerçek anlamda ya bir dostları vardır, ya iki...
Hatta hiç dostları yoktur.
Çünkü yazmak kaçmaktır bir bakıma!..
En başta kendi kendisinden, sonra da herkesten kaçmak...
Çoğu kez kaçmaktan yaşamaya fırsat kalmaz.
Böyleyken, yazarın “mutlu” olduğu iddiası, büyük bir yalandan ibarettir!Zaten yazar mutluluk arayan biri değildir.
Kaldı ki, başkalarını mutlu eden şeyler onu asla mutlu etmez!Sıradan mutluluklar yazmanın baş düşmanıdır! Mutlu olan yazmaz, keyifle mutluluğunu yaşar.
Yazı mutsuzluğun çocuğudur!
Hırçınlıkları, çekilmezlikleri, savruklukları, olumsuzlukları hep mutsuzluklarına bağlıdır.
“Evlilikte Mutluluk” konulu kitaplar yazan Amerikalı yazarın eşinden boşandığını duyduğumda hiç hayret etmediğimi hatırlıyorum.
Herkes bu durumu yadırgarken, bendeniz gayet doğal karşılamıştım.
Biliyordum ki, mutluluğu yakalasaydı yaşardı, yazmazdı.
Yazdığına göre mutsuzdu!•“Yazar” olmak anormal olmaktır!
Normal insanların gözle görülen, elle tutulan, insana para kazandıran mesleklerden birini tercih ettiği bir dünyada, birkaç kişinin yazmayı tercih etmesi, tam anlamıyla “anormal” bir durum olsa gerektir.
Yazar bu yüzden uyumsuzdur, aşırı titizdir, aşırı hassastır...
Yerine göre dengesiz, biraz umursamaz, alabildiğine zamansız ve sonsuz uyumsuzdur!
Nefretten beslenip, aşırı sevgi ile tükeniveren sonsuz bir delidir.
Çok sevilmek yazarı öldürür!•
Zira anlatıldığı gibi biri olmak sıradanlaşmaktı.Hele de bazıları derin hüsranla sonuçlanmış ekonomik denemeleriyle onu tanımlamak, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Bendeniz, “Hekimoğlu İsmail, ekonomik denemelerle kaybettiği vakti keşke yazarak değerlendirseydi” diyenlerdenim.
9 Haziran günü “Hekimoğlu İsmail’e vefa” göstererek Ali Emiri Kütüphanesi’ne gelen kalabalık, fikrinin dikenleriyle beynini kanatmış bir “çile adamı” portresiyle karşılaşmayı beklerken, kah bir “ekonomi deha”sıyla, kah bir “derviş”le karşılaşıp şaşırdılar...
Birçoğu bu şaşkınlığını bana ifade ettiği için biliyorum.
Yavuz BAHADIROĞLU'nun köşe yazılarından
0 yorum:
Yorum Gönder